Bu Makaleyi iki bölüm halinde sitemizde yayınlıyoruz.
Makalenin künyesi : CUMALIOĞLU, Emre: Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi Bakımından Türk Mahkemelerinin Münhasır Yetkisi, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, ss.431-448, 2008, ISSN : 1306 -3839.
C. YABANCI MAHKEME KARARLARININ TANINMASI VE TENFİZİ BAKIMINDAN TÜRK MAHKEMELERİNİN MÜNHASIR YETKİLİ OLMADIĞI BAZI DAVALAR
1. Türklerin Kişi Hallerine İlişkin Davalar
HUMK’nun mülga 540. maddesinin 4. bendi “İlamın ahkam-ı şahsiyeye veya aile hukukuna ait bir davaya mütedair bulunması halinde yargıç tenfiz talebini reddetmelidir.’’ hükmünü içermekteydi.[1] Bunun sonucu olarak yurt dışında yaşayan Türklerin bulundukları ülke mahkemesinden aldıkları boşanma ilamları gibi kişi hallerine ilişkin ilamlar, Türkiye’de tanınmıyor ve bu durum karşısında yurttaşlarımız mağdur oluyorlardı.[2]
Mülga 2675 sayılı MÖHUK’nun 28. maddesinde konuya ilişkin düzenleme yapılmış olup, 5718 sayılı MÖHUK’nun 41. maddesiyle de, dersdestlik itirazına yönelik değişiklikler dışında, aynı yönde düzenleme getirilmiştir. Adı geçen maddeye göre, Türk vatandaşlarının kişi hallerine ilişkin davalar, yabancı ülke mahkemelerinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de görülecektir. Gerek madde metni gerekse maddenin konuluş amacından bunun bir münhasır yetki kuralı olmadığı açıktır.[3] Yargıtay da bir Hukuk Genel Kurulu kararında aynı yönde görüş bildirmiştir.[4] Fakat tenfiz hakimi yabancı mahkeme kararının Türk kamu düzenine açıkça aykırı olduğunu tespit ederse, talebi reddetmelidir.
2. Miras Davaları
MÖHUK’nun 43. maddesinde miras davaları bakımından özel bir düzenleme mevcuttur. Bu düzenlemeye göre mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, son yerleşim yerinin Türkiye’de olmaması halinde ise dava, terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür. Mülga 2675 sayılı Kanun’un 30. maddesi de, “yerleşim yeri” yerine “ikametgah” ibaresine yer verilmiş olması dışında, aynı hükmü içermekteydi. Sayın Çelikel, bu maddeyi kademeli yetki kuralı olarak görmemektedir. Yazara göre madde, murisin son yerleşim yeri Türkiye’de olmamasına rağmen terekenin Türkiye’de bulunması halinde, terekedeki mallar hakkında Türk mahkemelerin münhasır yetkili olduğunu belirtmektedir.[5] Sayın Nomer ise bu fikrin kabulü halinde taşınır mallara ilişkin ilamın tenfizinin de mümkün olmayacağını, bu yaklaşımın Türk tenfiz sistemine aykırı olduğunu, ayrıca kademeli yetki kuralarında münhasır yetkiden bahsedilemeyeceğini belirtmiştir.[6]
Fikrimize göre alternatif yetki içeren MÖHUK m.43 hükmü münhasır yetki kuralı değildir. Fakat terekede bir taşınmaz bulunması halinde, MÖHUK m.40 ve HUMK m.13 gereği, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi münhasır yetkili olacaktır.[7] Bu nedenle tereke içinde Türkiye’deki bir taşınmaz bulunması hali ayrık olmak üzere, maddenin münhasır yetki kuralı getirmediği söylenmelidir.
3. İş Sözleşmelerinden Doğan Davalar
Mülga 2675 sayılı MÖHUK’nda yer almayan bir düzenleme 5718 sayılı MÖHUK’nun 44. maddesinde “İş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları” başlığı altında düzenlenmiştir. Maddeye göre bireysel iş sözleşmesi veya iş ilişkisinden doğan davalarda, işçinin işini mutaden yaptığı işyerinin Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. İşçi tarafından işverene karşı açılan davalarda ise işverenin veya işçinin yerleşim yeri veya işçinin mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemeleri de yetkilidir. MÖHUK m.47/2’ye göre ise m.44’de belirtilen mahkemelerin yetkisini ortadan kaldıracak şekilde yapılan yetki anlaşmaları geçerli değildir.
Yukarıda bahsedilen düzenlemeden önce de, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun[8] 5. maddesi ekonomik ve sosyal açılardan işverene oranla zayıf durumda bulunan işçiyi korumak amacıyla, davalının ikametgahı mahkemesi yanında işyeri mahkemesini de yetkili kılmış ve aksine yapılan sözleşmelerin geçersiz olacağını hükme bağlamıştır. Maddenin amacı dikkate alındığında; işveren tarafından işçiye karşı açılacak davalarda maddenin mutlak olarak uygulanması gerektiği, ancak işçi tarafından işveren aleyhine açılan davalarda işçinin dilediği takdirde, sözleşme ile yetkilendirilmiş üçüncü bir mahkemede de dava açabileceği savunulmuştur.[9] Bunun sonucu olarak kimi hukukçular, İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesini sınırlı münhasır yetki kuralı olarak kabul etmişlerdir.[10] Fakat Sayın Ekşi’nin de yerinde olarak belirttiği gibi, özellikle işyerinin yabancı ülkede bulunması ve davalının ikametgahının da Türkiye’de bulunması halinde işçinin haklarının en iyi şekilde Türk mahkemelerinde korunacağını savunmak her zaman doğru olmayabilir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 9.12.1991 tarihli kararında, söz konusu maddenin münhasır yetki kuralı olmadığını belirterek, Alman İş Mahkemesinin ücret alacağına ilişkin kararının Türkiye’de tenfiz edilebileceğine hükmetmiştir.[11] Dairenin daha sonraki bir kararında da İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesinin kamu düzeniyle ilgili olduğu belirtilmiştir.[12]
Fikrimize göre gerek 5718 sayılı MÖHUK’nun 44. maddesi ve gerekse 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesinin amaçları işçinin hakkını aramasını kolaylaştırmaktır. İşçinin haklarının en doğru şekilde Türk mahkemeleri tarafından korunacağı iddiası her zaman doğru olmayabilir. Maddenin lafzı ve alternatif yetki içerdiği de göz önünde tutulduğunda, düzenlemeyi bir münhasır yetki kuralı olarak kabul etmek mümün değildir. İşveren veya işçi tarafından açılmış davalarda alınan yabancı ilamın tenfizi talebinde, kararın kamu düzenine açıkça aykırı olup olmadığı incelenmelidir. Bu yapılırken, yabancı mahkemenin uyguladığı usul, delilleri değerlendirmesi ve hukuk kurallarını yorumlaması gibi hususlar değerlendirilmeksizin (revision au found yasağı), öncelikle ilamın sonuç bölümünün işçi lehine olup olmadığına ve işçinin hükme karşı itirazda bulunup bulunmadığına bakılmalıdır.
4. Tüketici Sözleşmelerinden Doğan Davalar
MÖHUK’nun “Tüketici sözleşmesine ilişkin davalar” başlıklı 45. maddesine göre, Kanunun 26. maddesinde tanımlanan tüketici sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda tüketicinin isteğine göre, tüketicinin yerleşim yeri veya mutad meskeni veya karşı tarafın iş yeri, yerleşim yeri veya mutad meskeninin bulunduğu Türk mahkemeleri yetkilidir. Tüketiciye karşı açılacak davalarda ise tüketicinin Türkiye’deki mutad meskeni mahkemesi yetkilidir. Burada belirtilen mahkemelerin yetkisi anlaşmayla bertaraf edilemez (MÖHUK m.47/2). 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’nun 23/3. maddesine göreyse, tüketici davaları tüketicinin ikametgahı mahkemesinde de açılabilir. Bu düzenlemelerle ekonomik açıdan güçsüz olan tüketici korunmuş ve davayı kendi ikametgahı mahkemesinde açabilmesine imkan tanınmıştır. Sayın Nomer’e göre ise bu hüküm ile sınırlı münhasır yetki kuralı getirilmiştir.[13]
Bize göre yukarıda belirtilen her iki madde de zayıf olanı koruma amacı gütmektedir, münhasır yetki söz konusu değildir. Tüketici sözleşmelerinden doğan davalar için de iş sözleşmelerinden doğan davalar için söylediklerimizi tekrar ederiz.
5. Sigorta Sözleşmelerinden Doğan Davalar
5718 sayılı MÖHUK ile getirilen yeni bir düzenleme de Kanunun “Sigorta sözleşmesine ilişkin davalar” başlıklı 46. maddesidir. 2675 sayılı MÖHUK’nda yer almayan bu düzenlemeye göre sigorta sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda, sigortacının esas işyeri veya sigorta sözleşmesini yapan şubesinin ya da acentasının Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Fakat sigorta ettirene, sigortalıya veya lehdara karşı açılacak davalarda bu kişilerin Türkiye’deki yerleşim yeri veya mutad meskenlerinin bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.[14] MÖHUK’nun 47/2 maddesine göre ise bu mahkemelerinin yetkisi anlaşma ile bertaraf edilemez. 5718 sayılı Kanun’dan önce konu, 2675 sayılı Kanun’un atfıyla HUMK m.19 bağlamında ele alınmıştır. HUMK’nun 19. maddesinde sigorta sözleşmesinin türüne göre yetkili mahkemeler belirtildikten sonra ikinci fıkrada, ilk fıkrada belirtilen yetki kurallarını ortadan kaldıran yetki şartı ve yetki sözleşmesinin geçerli olmayacağı belirtilmiştir.[15]
Öğretide bu hükmün münhasır yetki kuralı olmadığı savunulmaktadır.[16] Fikrimize göre bu maddeler ile kanun koyucu, sigorta sözleşmesinin zayıf tarafı olan sigorta ettireni, sigortalıyı ve lehdarı koruyarak sigorta şirketlerinin sigortalıyı zor durumda bırakacak şekilde yetki şartları imzalattırmalarının önüne geçmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle sigortalının yabancı mahkemeden aldığı ve lehine olan ilamın tenfizini istemesi mümkündür. Aksi sonuç maddenin amacına ters düşecektir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de 19.6.1997 tarihli kararında[17] HUMK m.19 düzenlemesinin ekonomik açıdan zayıf kişileri gözetmeye yönelik olarak kamu düzeni amacıyla konulduğunu belirtmiştir. Aynı nedenlerle MÖHUK’nun 46. maddesinin münhasır yetki kuralı içermediğini söylemek mümkündür. Sigorta sözleşmesinden doğan bir tazminat davasının sigorta şirketi tarafından yabancı bir mahkemede açılmış olması durumunda ise iş sözleşmelerinden doğan davalar için söylediklerimizi tekrar ederiz.
6. Yabancı Anonim Şirketler ile Sermayesi Paylara Bölünmüş Şirketlerle İlgili İşlemlere Dair Davalar
Ecnebi Anonim ve Sermayesi Eshama Münkasim Şirketlerle Ecnebi Sigorta Şirketleri Hakkında Kanun-u Muvakkat’ın[18] (30 Kasım 1914) 10. maddesinde yabancı anonim ve sermayesi paylara bölünmüş şirketlerle yabancı sigorta şirketlerinin Türkiye’deki şubeleri ve acentalarının bulunduğu yer, bu şirketler bakımından ikametgah sayılmış, ayrıca şirket muamelelerinden dolayı şirket aleyhine bu yer mahkemelerinde dava açılabileceği belirtilmiştir. Bazı yazarlar maddenin münhasır yetki olduğunu savunmuştur.[19] Bazıları ise münhasır yetki kuralı olmasını, ticaretin iç ticaret olması durumunda savunmaktadırlar. Yani dış ticaret söz konusu olduğunda münhasır yetkiden bahsedilemeyecektir.[20] Sayın Ekşi’ye göre Madde münhasır yetki kuralı içermemektedir.[21] Burada bir alternatif yetki söz konusudur. Maddenin konuluş amacı yabancı mahkemelerin yetkisini ortadan kaldırmak değildir.[22] Biz de bu konuda Sayın Ekşi‘ye katılmaktayız. Nitekim maddenin amacı Türklerin bu şirketlere karşı Türkiye’de dava açabilmelerini ve haklarını arayabilmelerini sağlamaktır. Ancak yabancı şirket merkezinin bulunduğu ülkede dava açılmasının önüne geçmemektedir. Dikkat etmek gerekir ki burada kamu düzenine ilişkin bir yetki söz konusudur yetkiyi ortadan kaldıran sözleşmeler geçersiz olacaktır.
Ç. SONUÇ
Yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi açısından Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olduğu konuların belirlenmesi hukuki ve siyasi bir sorundur. Dikkat edilmesi gereken husus, egemenlik ile egemenliğin kaynağı ulusu oluşturan bireylerin menfaatleri arasındaki dengenin sağlanabilmesidir. Bu konuda yasaları yorumlayan ve uygulayan hukukçulara büyük görev düşmektedir.
Çalışmamızda da incelediğimiz üzere Türk hukukunda tartışmalı hükümler mevcuttur. Hukukumuzda taşınmazların aynına ve zilyedliğine ilişkin davalar, iflas ve cebri icraya ilişkin davalar ile fikri-sınai hukuk ve markalara ilişkin bazı davaların Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girdiği kabul edilmelidir. Tüketici, sigorta, iş sözleşmelerinden doğan davalarla ilgili olan ve zayıf tarafı korumayı amaç edinen düzenlemeler bakımından ise sözleşmenin zayıf tarafının lehine olan yabancı ilamların Türkiye’de tanınması ve tenfizine izin verilmelidir. Türklerin kişi hallerine ilişkin davalar ve miras davalarına ilişkin yabancı mahkeme kararlarının, kamu düzenine açıkça aykırı olmadıkça, tanınması ve tenfizi mümkün olmalıdır.
Burada son olarak, önemli gördüğümüz birkaç noktaya değinmek istiyoruz:
a. İlk olarak bu çalışmada, öğretide kullanılan “sınırlı münhasır yetki” kavramını neden kullanmadığımız açıklayalım. Bize göre taraflardan birine uygulanıp diğerine uygulanamayan münhasır yetki kuralı müessesenin özüne uygun düşmemektedir. Münhasır yetki mahkemenin yetkisini belirleyen nesnel bir durumdur; kişinin sıfatına göre değişiklik göstermesi mümkün değildir. Kaldı ki sınırlı münhasır yetki kavramıyla ulaşılmak istenen amaca yabancı mahkeme kararının kamu düzenine açıkça aykırı olup olmadığını gözeterek de ulaşılabilir. İstisna olması gereken münhasır yetki hallerini genişletmekten kaçınmamız gerekir.
b. İkinci olarak, Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olduğu davalarda, yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlık konusu yabancı bir ülkede bulunuyorsa Türk mahkemesinin nasıl karar vermesi gerektiği konusuna değinmek istiyoruz. Örneğin uyuşmazlık konusu İran’daki bir taşınmazın mülkiyetine ilişkinse veya İtalya’daki bir ortaklığın iflası isteniyorsa Türk mahkemesi nasıl bir karar vermelidir? Buradaki sorun tanıma ve tenfiz sorunu değildir ancak, münhasır yetki müessesesinin özüne ilişkindir. Sayın Aybay ve Dardağan, yabancı ülkede bulunan bir taşınmazın aynına veya zilyedliğine ilişkin bir davanın Türkiye’de açılabilmesinin mümkün olup olmadığını sorduktan sonra, HUMK m.13 hükmünün yalnızca Türkiye’de bulunan taşınmazları değil de dünyadaki bütün taşınmazları kapsayacak biçimde anlaşılması halinde böyle bir davanın Türkiye’de görülemeyeceğini, fakat HUMK m.13'ün sadece Türkiye’deki taşınmazlar için geçerli olduğunun kabul edilmesi durumunda, Türkiye dışındaki bir taşınmazın aynına veya zilyedliğine ilişkin davanın (örneğin, davalının konulunun Türkiye’de olması nedeniyle yetkili) Türk mahkemesinde açılabilmesi gerektiğini, fakat böyle bir kararın yabancı ülkede tenfizinin pek mümkün görülmediğini belirtmiştir.[23]
c. Değinmek istediğimiz üçüncü nokta MÖHUK 47/2 maddesinin iş, tüketici ve sigorta sözleşmeleri açısından münhasır yetki kuralı getirip getirmediğidir. 5718 sayılı MÖHUK’nun “Yetki anlaşması ve sınırları” başlıklı 47. maddesinin ilk fıkrasında; yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hallerde, yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlıklarda tarafların, davanın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabileceklerini, bu durumda davanın ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması halinde yetkili Türk mahkemesinde görülebileceği hükme bağlamıştır.[24] İkinci fıkrada ise Kanunun; iş, tüketici ve sigorta sözleşmelerini düzenleyen maddelerindeki yetki kurallarını bertaraf edecek yetki anlaşmaları yapılamayacağı hükme bağlanmıştır. Çalışmamızın ilgili bölümlerinde de açıkladığımız gibi adı geçen düzenlemelerdeki amaç zayıf tarafın, kamu düzeninin korunmasıdır. Zaten bu düzenlemeler münhasır yetki olarak kabul edilseydi ayrı bir fıkrayla aksine yetki sözleşmelerinin yasaklanmasına gerek duyulmazdı. MÖHUK m.47/2 ile zayıf tarafı korumak için konulan maddelerin tarafların iradeleriyle değiştirilmesi imkanı tanınmayarak, zayıf tarafın hakkını aramasının zorlaştırılması önlenmiştir.
d. Son olarak konumuz açısından mülga 2675 sayılı Kanun ve yürürlükteki 5718 sayılı MÖHUK arasında farklı bir düzenleme olup olmadığına değinmek istiyoruz. Mülga 2675 sayılı Kanunun 38/b maddesi yabancı mahkeme kararının tenfizi için “İlamın Türk Mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması” şartını ararken, 5718 sayılı MÖHUK’nun 54/b maddesi “İlamın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilamın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı halde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması” ifadesine yer vermiştir. Yani maddenin ilk “veya”dan sonraki ifadesini açıklamak gerekirse; ilam, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı halde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmişse ve davalı da itiraz etmişse tenfiz talebi reddedilecektir.
5718 sayılı MÖHUK’nun 54/b maddesini lafzına göre yorumladığımızda bir yabancı mahkeme ilamının tenfiz edilebilmesi için, ya ilamın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olmasını ya da davalının itiraz etmesi şartıyla ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmamasını aradığı şeklinde bir intiba uyandırmaktadır. Bu nedenle ve Maddenin bütünü incelendiğinde, “veya” ibaresinin “ve” olması gerektiği sonucuna varmak gerekir. Dolayısıyla mülga 2675 sayılı Kanun ile yürürlükteki 5718 sayılı MÖHUK arasında konumuz açısından fark olmadığını söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
Altuğ, Yılmaz, “Türk Milletlerarası Usul Hukuku”, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1983.
Aybay, Rona; Dardağan, Esra, “Yasaların Uluslararası Düzeyde Çatışması”, Aybay Yay., İstanbul, 2001.
Çelikel, Aysel, “Milletlerarası Özel Hukuk”, Beta Yay., İstanbul, 2000.
Esen, Emre, “Türk Hukukunda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizinde Münhasır Yetki Kavramı”, MHB, 2002, sayı 2, Prof. Dr. Ergin Nomer’e Armağan” s.202
Ekşi, Nuray, “Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi”, Beta Yay., İstanbul, 2000.
Kuru, Baki; Arslan, Ramazan; Yılmaz, Ejder, “Medeni Usul Hukuku”, Yetkin Yay., Ankara, 2000.
Nomer, Ergin, “Devletler Hususi Hukuku”, Beta Yay., İstanbul, 1998.
Nomer, Ergin, “Ehliyetsizlik Sebebiyle Almanyadaki Gayrimenkuller için Vasiyetin İptali”, MHB. 1982/2, s.62.
Nomer, Ergin, “Türklerin Kişi Hallerine İlişkin İhtilaflar ve Türk Mahkemelerinin Münhasır Yetkisi”, MHB, 1983, sayı 1.
Nomer, Ergin, “Yabancı Mahkeme İlamlarının Tenfizinde Mahkemenin Yetkisi ve Kamu Düzeni”, MHB, 2003, sayı 1-2, Prof. Dr. Gülören Tekinalp’e Armağan” s.566.
Özbakan, Işıl, “Türk Hukukunda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi”, Kazancı Hukuk Yay. No.58, Ankara, 1987.
Özdemir, Şükrü, “Yurt Dışında Alınan Boşanma Kararının Türkiye’deki Etkisi”, Yargıtay Dergisi, cilt 2, Ocak- Nisan 1986, Sayı 1-2.
Ruhi, Ahmet Cemal, “Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun”, Seçkin Yay., Ankara, 2003.
Sakmar, Ata, “Yabancı İlamların Türkiye’deki Sonuçları”, İstanbul Üniversitesi Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1982.
Şanlı, Cemal, “Türkiye‘deki Gayrimenkul ile İlgili Bir Yabancı Boşanma Kararının Tenfizi”, MHB, 1986/1.
Sargın, Fügen; “Milletlerarası Usul Hukukunda Yetki Anlaşmaları”, Yetkin Yay., Ankara, 1996.
ELEKTRONİK KAYNAKÇA
http://www.tdk.org.tr (Z.T.:27.02.2008)
http://www2.tbmm.gov.tr/d23/1/1-0337.pdf (Z.T.: 12.02.2008)
http://www.kazanci.com (Z.T.: 03.02.2008)
[1] Bu düzenlemenin temelleri Lozan Andlaşmasına dayanmaktadır ayrıntılı bilgi için bkz. Özbakan, Işıl, “Türk Hukukunda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi”, Kazancı Hukuk Yay. No.58, Ankara, 1987, s.99 vd.
[2] Aybay, Dardağan, a.g.e., s.52, dn.13; aynı yönde görüşler için bkz. Özbakan, a.g.e. s.185 vd.
Sakmar da eserinde eski halin olumsuz yönlerine dikkat çekmiştir ve özellikle yurt dışında yaşayan Türklerin karşılaştıkları zorluklar ile modern milletlerarası usul hukukundaki düzenlemeleri göz önünde bulundurarak değişikliği olumlu karşılamıştır. Ancak mülga 2675 sayılı MÖHUK’nun 38/e maddesinin yeni sorunlara yol açacağını da ifade etmiştir. Sakmar, a.g.e., s.92 vd.; Ayrıca bkz. Özdemir, Şükrü, “Yurt Dışında Alınan Boşanma Kararının Türkiye’deki Etkisi”, Yargıtay Dergisi, cilt 2, Ocak- Nisan 1986, Sayı 1-2, s.9
[3] Bkz. Nomer, “Türklerin Kişi Hallerine İlişkin İhtilaflar ve Türk Mahkemelerinin Münhasır Yetkisi”, s.13
[4] Yargıtay bu kararında şu ifadelere yer vermiştir. (Yrg. HGK, 2000/2-1051E. 2000/1068K. 21.06.2000T.)
1982 yılında kabul edilen 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkındaki Kanunun 38. maddesi ile yabancı ülke mahkemlerinc oluşturlan Türklerin kişi hallrine ilişkin yabancı kararların tanınması ve tenfizine imkan tanınmıştır. (...) Boşanma yönünden Türk Hukukunda en önemli ve reform niteliğinde değişiklik Medeni Kanunla kabul edilmiştir. Mutlak bir kamu düzeni anlayışı sebebi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 540. maddesi ile yabancı ülkeler mahkemelerince oluşturulan boşanma kararlarının tenfizi yasaklanmış iken, aynı Kanun 9. maddesi ile Medeni Kanunun 136. maddesinde de benimsenmiş olan mutlak yetki kuralı 07.06.1971'de yürürlüğe giren değişiklikle terk edilmiş, seçimlik yetkili mahkeme kuralı getirilmiş, 2675 sayılı Kanunla ve açıkça yabancı ülke mahkemelerinde oluşan boşanma ilamlarının tanınması yada tenfizine imkan tanınarak, ülke yönünden münhasır yetki kuralı terk edilmiştir. Dahası 3444 sayılı Kanunla Medeni Kanunun 134. maddesinde yapılan değişiklikle de eşlerin anlaşarak boşanmalarına imkan tanınmıştır. Evlilik Bağına İlişkin Kararların Tanınması Hakkındaki Milletlerarası Sözleşme 14.09.1975 tarihinde onanmış, böylece boşanma kararlarının kamu düzenine mutlak etkisi önemli ölçüde yumuşatılmıştı. O nedenle ve özellikle 2675 sayılı Kanunun 38/e maddesindeki düzenleme biçimi ile 38/c madde de yer alan "kamu düzenine açıkça aykırı bulunmama” kuralı benimsenmiştir. Şu halde bir hükmün tanınması isteminin reddi için hükmün yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde kamu düzenine açıkça aykırı olduğunun belirlenmesi gerekir. Görüldüğü üzere yabancı kararın tanıma ve tenfizi lehine yoğun ve yadsınamaz bir eğilimin varlığı açıktır.
[5] Çelikel, a.g.e., s.344.
[6] Nomer, “Devletler Hususi Hukuku”, s.392, dn.255
[7] Nomer, “Devletler Hususi Hukuku”, s.391, dn.253
[8] R.G. 04.02.1950 S.7424
[9] Ekşi, a.g.e., s.220
[10] Nomer, Ergin, “Devletler Hususi Hukuku”, s.391, dn.254; Nomer, Ergin, “Yabancı Mahkeme İlamlarının Tenfizinde Mahkemenin Yetkisi ve Kamu Düzeni”, MHB, 2003, sayı 1-2, Prof. Dr. Gülören Tekinalp’e Armağan”, s.566, dn.1
[11] Ekşi, a.g.e., s.220
[12] Yrg. 9. H.D. 2007/12043 E. 2007/17765 K. 4.6.2007 T. “(…)5521 sayılı İş mahkemeleri Kanunu'nun 5. maddesi gereğince iş mahkemelerinde açılacak her dava açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgahı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemede de bakılabilir. Bunlara aykırı sözleşme muteber sayılmaz. Söz konusu bu hüküm kamu düzenindendir. 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 31. maddesinde de yer itibarıyla yetkinin kamu düzeni veya münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hallerde, taraflar aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkisinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devlet mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilecekleri belirtilmiştir. Yukarıda söz edildiği gibi 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 5. maddesinde düzenlenen yetki kuralı kamu düzeniyle ilgilidir. Gerek bu kanunun 5. maddesi, gerek 2675 sayılı MÖHUK'nun 31. maddesi karşısında tarafların yetki sözleşmesine itibar edilemez. Somut olayda, davacı Türk vatandaşı olup, Türkiye'de faaliyet gösteren davalı şirketin işleteni olduğu MN P. Gemisinde, hizmet akdiyle kaptan olarak çalışmıştır. Davacı işveren, davalının ikametgahını "İcadiye Mahallesi, Maruf sokak. No.15/12 U./İstanbul" olarak göstermiştir. Davalının verdiği vekaletnamede de ikametgahı aynı adres görülmektedir.
Dava, kanunen yetkili olan davalının ikametgahı mahkemesi Ü. İş Mahkemesinde açılmıştır. Mahkeme davayı görmeye yetkilidir. Davanın esasına girilerek bir hüküm kurulması gerekirken, mahkemece yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.”
[13] Nomer, “Devletler Hususi Hukuku”, s.391, dn.254: Nomer, “Yabancı Mahkeme İlamlarının Tenfizinde Mahkemenin Yetkisi ve Kamu Düzeni“, s.566, dn.1
[14] 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 119. maddesi de Türk mahkemelerinin yetkisinin ortadan kaldırılmasını önlemeye yönelik bir maddedir. Hükme göre şirket aleyhine açılacak davalar acenteye karşı da aynı sıfatla açılabilir. Buradaki düzenlemenin amacı da zayıf durumdaki tüketiciyi, ona alternatif yetkili mahkeme sunarak korumaktır. Bu nedenle münhasır yetki sözkonusu değildir. Ayrıca, her iki tarafın da tacir olması halini bu maddenin dışında değerlendirmek gerekir.(bkz. Sargın, a.g.e., s.163-164)
[15] Maddenin 3. fıkrasında deniz sigortaları ayrı tutulmuştur.
[16] Nomer, “Türklerin Kişi Hallerine İlişkin İhtilaflar ve Türk Mahkemelerinin Münhasır Yetkisi”, s.12; Sargın, a.g.e., s.156-157; Altuğ, a.g.e., s.123
[17] Yrg. 11 H.D. 1997/3609 E. 1997/5636 K. 19.6.1997 T. (http:\\www.kazanci.com Z.T.:02.02.2008)
[18] Bu kanun hükümlerinin diğer ilgili kanunlarla ilişkisi açısından bkz Sevig, a.g.e., s.176 vd.
[19] Altuğ, a.g.e., s.60
[20] Sakmar, a.g.e., s.101-102
[21] Aynı yönde görüş için bkz. Nomer, “Türklerin Kişi Hallerine İlişkin İhtilaflar ve Türk Mahkemelerinin Münhasır Yetkisi ,s.12
[22] Ekşi, a.g.e., s.217
[23] Aybay, Dardağan, a.g.e., s.49, dn.1.
[24] Sözleşme ile yetkili kılınan mahkemenin durumu bazı Yargıtay kararlarında ele alınmıştır. Bu kararlarda “münhasır yetki” kavramı farklı bir anlamda, karışıklığa yol açabilecek şekilde kullanılmıştır. Örneğin; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir kararında, [Yrg. H.G.K. 1998/11-246 E., 1988/476 K. 15.6.1988 T. (http:\\www.kazanci.com Z.T.:02.02.2008)] çarter partide yer alan ve Londra mahkemelerini yetkili kılan şartın genel yetki kurallarını, dolayısıyla uyuşmazlık açısından Türk mahkemelerinin yetkisini bertaraf edemeyeceğini, sözleşme ile kabul edilen yetkili mahkemenin münhasır yetkiye sahip olmadığını, mülga 2675 sayılı MÖHUK’nun 31. maddesini göz önünde bulundurarak belirtmiştir. Karşı oy yazısında ise 2675 sayılı Yasanın Öntasarısının tartışıldığı sempozyumlara ve öğretideki görüşlere atıfta bulunularak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklarda 2675 sayılı Yasanın 31. maddesinde münhasır yetki kuralı öngörüldüğü savunulmuştur. Sonraki Hukuk Genel Kurulu kararında [Yrg. H.G.K. 1998/12-287 E. 1998/325 K. 06.5.1998 T. (http:\\www.kazanci.com Z.T.:02.02.2008)] ise Yargıtay görüşünden dönmüştür. Yargıtay bir başka kararında da aynı yönde hüküm vermiş, taraflar arasındaki sözleşmede yabancı ülke mahkemesinin yetkili kılındığından dolayı yetkisizlik kararı veren yerel mahkeme kararını onamıştır. [Yrg. 11 H.D. 2005/12955 E. 2006/13462 K. 18.12.2006 T. (http:\\www.kazanci.com Z.T.:02.02.2008)]. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu kararında Mülga 2675 sayılı MÖHUK’nun 31. maddesini dikkate alarak, “yabancı bir Devlet Mahkemesini yetkilendiren ve anılan maddenin öngördüğü koşullara uyan, geçerli bir yetki sözleşmesinin varlığı halinde, yetkisi kararlaştırılan Yabancı Devlet Mahkemesi "Münhasıran" yetkili bir mahkeme kimliğini kazanmış olur. Bu sonucu, maddenin ikinci cümlesinde yer alan "Yabancı Mahkemenin kendisini yetkisiz sayması halinde, dava yetkili Türk Mahkemesinde görülür" şeklindeki sözler açık ve kesin bir şekilde doğrulamaktadır.” şeklinde karar vermiştir.
Bu kararlarda geçen “münhasır yetki” ibaresinin bu makalenin konusunu oluşturan “münhasır yetki” kavramıyla ilgili olmadığı açıktır. Bize göre bu kavram Türk hukuku açısından yalnızca yabancılık unsuru içeren uyuşmazlıklarda, Türk mahkemelerinin mutlak, devredilemez ve aksi kararlaştırılamaz yetkisini ifade etmek için kullanılmalıdır. “Kesin yetki” kavramıyla karıştırılmamalıdır. Bir ülke mahkemesinin münhasır yetkili olup olmadığına egemenlik yetkisine dayanılarak karar verilir. Bireylerin böyle bir yetkileri bulunmamaktadır.
Comentários